“Kimbilir nasıl bitebilirdi başı bile olmayan bir olay, ortalarda başlamıştı ansızın ve belli bir sınırla çevrelenmeden bitiverdi, başka sislerin başladığı bir noktada; her neyse, konuya girmek için şunları söylemek gerekiyor: Pek çok Arjantinli, yazı Luberon vadisinde geçirir, bu bölgenin en eski sakinleri olan bizler onların uzaklarda yankılanan seslerini sık sık duyarız, büyüklerle birlikte çocuklar da gelir, bu da Silvia demektir zaten, çiğnenmiş bahçeler, çatalla et yenilen öğle yemekleri, çocukların al yanakları, korkunç ağlamaları izleyen İtalyanvari bağrışmalar...“
(Arka Kapak)
Her perşembe akşamı hava karardığında, Lemos beni Radyo Belgrano'daki provadan sonra arardı; iki cinzano arasında yeni oyunlarının başarılarını dinlerken canım çekip gitmeyi, birkaç yüzyıl için radyo oyunlarını unutmayı öyle çok isterdi ki! Fakat Lemos günün başarılı yazarıydı, üstelik de programlarında oynadığım, genellikle kısa kötü adam rolleri için iyi para veriyordu bana. Bu işe çok yatkın bir sesin var, diyordu Lemos nazikçe, radyo dinleyicisi sesini duyar duymaz nefret ediyor senden, birine ihanet etmene, ya da anneni zehirlemene gerek yok, ağzını açman Arjantin'in yarısının seni kıtır kıtır doğramak istemesine yetiyor.
Luciana hariç: Bizim jön Jorge Fuentes'in Kötülük Gülleri oyununun bitiminde, iki sepet aşk mektubu ve Tandil dolaylarındaki romantik bir çiftlik sahibesinden minik bir beyaz kuzu aldığı gün, küçük Mazza, Luciana'dan gelen ilk leylak rengi zarfı verdi bana. Mektup almamaya öyle alışmıştım ki bara giderken cebime atmıştım onu (Güller'i başarıyla bitirdikten sonra ve Fırtınaya Yakalanmış Bir Kuş'a başlamadan önce bir hafta tatil yapacaktık), Juárez Celman ve Olive'yle birlikte ikinci martinimi içerken zarfın rengi ancak geldi aklıma ve henüz mektubu okumamış olduğumu fark ettim; onların önünde okumak istemedim mektubu, çünkü işi gücü olmayan insanlar konuşacak konu ararlar, leylak rengi bir zarf da altın madenidir onlar için. Eve dönünceye dek bekledim, kedim böyle şeyleri umursamazdı en azından; ona sütünü verdim, istediği gibi okşadım ve Luciana'yla tanıştım.
Sizin fotoğrafınızı görmeme gerek yok, diyordu Luciana, Sintonía ve Antena dergilerinin Míguez ve Jorge Fuentes'in fotoğraflarını basıp sizinkini hiç basmamaları umurumda değil, değil çünkü sizin sesinizi duyuyorum; kötü ve antipatik olduğunuzun söylenmesi de umurumda değil, oynadığınız rollerin herkesi aldatması da umurumda değil, tam tersine, gerçeği bilen tek kişi benmişim gibi geliyor bana: Bu rolleri yaparken acı çekiyorsunuz, yeteneğinizi koyuyorsunuz ortaya, fakat Míguez ya da Raquelita Bailey gibi oynadığınız kişiyle özdeşleşmediğinizi hissediyorum, siz Kötülük Gülleri'ndeki acımasız prensten öyle farklısınız ki. İnsanlar prensten nefret ettiklerini sanarak sizden nefret ediyor ve yanılıyorlar, bunu geçen yıl katil kaçakçı Vassilis rolünü oynadığınızda Poli teyzem ve diğerlerinin tutumundan anladım. Bu akşam kendimi biraz yalnız hissettim ve size bunları söylemek istedim, belki de size bunları söyleyen tek kişi ben değilim, bunun böyle olmasını, her şeye karşın yalnız olmadığınızı bilmenizi dilerim sizin adınıza; fakat aynı zamanda, oynadığınız rolleri ve sesinizi aşabilen, sizi gerçekten tanıdığından emin olan, size kolay rolleri oynayanlardan daha çok hayran olan tek kişi olmayı da isterim. Shakespeare'in oyununda olduğu gibi; bunu kimseye söylemedim, o rolü siz oynadınız diye İago'yu Othello'dan daha çok sevmiştim. Kendinizi mektubumu yanıtlamak zorunda hissetmeyin, gerçekten yazmak isterseniz diye ekliyorum adresimi, fakat eğer yazmazsanız ben yine de tüm bunları size anlattığım için kendimi mutlu hissedeceğim.
Gece oluyordu, mektup hafif ve akıcıydı, kedi, leylak rengi zarfla oynadıktan sonra divandaki yastığın üstünde uyuyakalmıştı. Bruna'nın geriye dönüşü olmayan yokluğundan beri benim evimde yemek yapılmıyor, konserveler yeterli oluyordu kediye ve bana, bana özellikle konyak ve pipo. Tatil günlerinden birinde (daha sonra Fırtınaya Yakalanmış Bir Kuş'taki rolümü çalışmam gerekecekti) Luciana'nın mektubunu tekrar okudum, onu yanıtlamaya niyetim yoktu; çünkü bu konuda bir sanatçı, üç yılda bir, bir tek mektup bile alsa... Saygıdeğer Luciana, diye yanıtladım onu cuma akşamı sinemaya gitmeden önce, sözleriniz beni duygulandırdı, bu bir nezaket tümcesi değil. Tabii ki değildi; ufak tefek, hüzünlü, kestane saçlı ve açık renk gözlü olarak düşündüğüm bu kadın burada, karşımda oturuyormuş ve ona sözlerinin beni duygulandırdığını kendim söylüyormuşum gibi yazdım bu satırları. Gerisi daha klasik oldu; çünkü gerçeği söyledikten sonra yazacak bir şey bulamıyordum, sonunda sayfayı doldurmakla yetindim, iki-üç teşekkür ve yakınlık ifadesi, dostunuz Tito Balcárcel. Oysa mektubun sonundaki notta başka bir gerçek gizliydi: Bana adresinizi vermiş olmanıza çok seviniyorum, size hissettiklerimi söylememek üzücü olurdu.
Bunu itiraf etmek kimsenin hoşuna gitmez ama, insan çalışmayınca sıkılmaya başlıyor, en azından benim gibi biri. Delikanlılığımda çokça gönül serüvenim olmuştu, boş vakitlerimde oltamı atar, hemen hemen her zaman balık çıkartırdım, fakat daha sonra Bruna geldi ve dört yıl sürdü ilişkimiz; insan otuz beş yaşına gelince Buenos Aires'te yaşam renklerini yitirmeye başlıyor ve monotonlaşıyordu, en azından bir kediyle birlikte yalnız yaşayan, okumaya ve yürüyüş yapmaya düşkün olmayan biri için. Kendimi yaşlı hissetmiyorum, tam tersine, bana öyle geliyor ki yaşlanan ve biçim değiştiren başkaları, hatta etraftaki nesneler; bu yüzden en iyisi akşamları evde oturmak, Fırtınaya Yakalanmış Bir Kuş'u çalışmaktı, beni seyreden kediyle birlikte tek başıma. Bu nankör rolleri mükemmel bir biçimde hazırlayarak, onları Lemos'tan daha çok benimseyerek, en basit tümceleri kişinin tehlikeli ve büyüleyici çizgilerini yansıtan aynalara dönüştürerek öç alıyordum onlardan. Böylece sıra radyoda rol yapmaya geldiğinde tüm virgüller, tüm vurgular nefretin yollarında yavaş yavaş ilerliyordu (bir kez daha bağışlanabilecek yönleri olan bir kişiyi canlandırıyordum, ancak yavaş yavaş kötülüğe doğru kayıyor ve son sahnede bir uçurumun kenarına dek kovalanıp sonunda boşluğa düşerek dinleyicileri memnun ediyordum). İki mate arasında Luciana'nın dergilerin üstünde unutulmuş mektubunu bulup tekrar okuduğumda onu yine gözlerimin önünde canlandırdım, her zaman görsel bir insan olmuşumdur, herhangi bir şeyi kolaylıkla canlandırabilirim; başlangıçtan beri Luciana'yı ufak tefek, kendi yaşlarımda düşünmüştüm, en önemlisi açık, neredeyse saydam gözlerinin olmasıydı. Onu yine böyle düşledim, bana yazdığı satırları kaleme almadan önceki düşünceli ama kararlı hali belirdi gözlerimin önünde. Bir şeyden kesin emindim, Luciana yazmadan önce karalama yapacak bir kadın değildi; bunu yazmadan önce tereddüt etmişti kuşkusuz, fakat beni Kötülük Gülleri'nde dinledikten sonra tümceler aklına gelmeye başlamıştı, mektubun bir oturuşta açık kalplilikle yazıldığı anlaşılıyordu, ama aynı zamanda leylak rengi kâğıt nedeniyle herhalde kadehinde uzun süre beklemiş bir likör izlenimi de uyandırıyordu bende mektup.
(“Işık Değişikliği“ Bölümünden)
Kullanıcı Yorumları