On altıncı yüzyıldan önce Batı'da insan kavramı, Aristo'nun beden ve ruhu ayrılmaz parçalar olarak gördüğü Galenik tıbbî metinlere dayalı bütünsel be-den sağlığı görüşünü içeriyordu. Batının düşünce sistemine dayalı soyağacında modern tıp, önce Vesalius'un anatomide, ardından Descartes'ın zihin-beden ikiliğinde bedeni fiziksel açıdan anlayabilme ola¬sılığını bekledi. Descartes, derin düşüncelere daldığı monologlarında bedeni makina olarak görmese bile, mekanizmalara yöneldiğinde insan bedeni artık ma¬kina gibi çalışmaya muktedirdi. Descartes ve Rembrandt'ın Amsterdam'da kesişen hayatları, felsefe ve sanatın da biraraya gelmesidir. Herkes Rembrandt'ın Hollandalı portre sanatçısı olduğunu, büyük çoğun¬luk resimlerinde ışığı ve gölgeyi ustaca kullandığını, ama çok az kişi onun tıbbî yönteme dayalı öğreticilik doğasını kavramıştır. Rembrandt'ın ışık ve gölge di¬yalektiği, zihin-beden ikiliğinde, anlatıma konu olması açısından, Descartes ile ortak olan hikâye¬sinin yazgısıdır. Onun anatomi dersleri, sadece anla¬mın güzelliğini vermez, modern tıbbın kökenlerini betimleyerek, Batının bir yöntem olarak çizgisel tarih perspektifinde ilerlemesine de katkıda bulunur.
Bu kitap, hastalıklara ilişkin bulguları, doktorların gösterdiğinden ve neyi gösteriyorsa onu söylemesin¬den çok, bu işe sanatçıların öncülük ettiğini iddia eder. Ne var ki çoğu kez, insani bilgiye dayalı düşün¬ce, kendi zamanımızın diğer zamanlardan daha çok “bilgi”yi içerdiğini söyleyen bir hatadan ibarettir. Bu, bilimde belki doğru olabilir, ama sanatta asla! O hal¬de sanat, önceden olacakları her zaman sezinler, bi¬lim ise sanatın sezdiğini zamanla kuramsallaştırır.
Kullanıcı Yorumları