Kökeni tarihin yüzlerce yıllık derinliğine dayanan - batı odaklı - Şark Meselesi 20. yüzyılın başında bir kez daha 'kanlı bir paylaşıma' yol açıyordu. Adına Harb-i Umumi de denilen 1. Dünya Savaşı sırasında imparatorluklar yıkılıyor, rejimler çöküyor, ayaklanma ve ihtilaller birbirini izliyor, milyonlarca insan yaşamını yitiriyordu. Dünya bir bakıma yeniden kuruluyordu. Tüm oluşumların başında ise Osmanlı İmparatorluğu yer alıyordu. Zira kanlı paylaşıma girişen 'düvel-i muazzama' ve küresel finans oligarşisinin ana hedefi Dersaadet'in egemenliği altında topraklar teşkil ediyordu.
Kısacası savaş; bin yıllık Şark Meselesi'nin ana hatlarını oluşturan Osmanlı coğrafyasında yoğunlaşıyordu. bu coğrafyanın içinde kalan stratejik bölgeler, birer “savaş odağı“ haline geliyordu.
Her zaman olduğu gibi yine Şark Meselesi'nin merkezinde Kudüs ve Filistin yer alıyordu. Bu bölge 20. Yüzyıl'ın başında bir kez daha güncellik kazanıyor, Uluslararası Siyonizm'in öngererek amaçladığı “Musevi Kolonizasyonu“; Osmanlı ve İngiliz orduları arasında kanlı hesaplaşmalara sahne olan Filistin Cephesi'nde ortaya çıkacak sonuca göre şekillenmeyi bekliyordu.
Kızıldeniz - Akdeniz ticaret güzergahının en stratejik noktasını oluşturan Süveyş Kanalı, savaşın tüyleri ürperten dramatik sahnelerine tanıklık ediyordu.
Yemen'den Kuveyt'e, Kut-ül Ammare'den Bakü'ye uzanan uçsuz bucaksız savaş cephesinde kan kokusu neft, yani “petrol kokusuna“ karışıyordu. (Petrol, sadece 20. Yüzyıl'da değil, 21. Yüzyıl'da da sanayinin, ölümcül boğazlaşmaların ve acımasız savaş endüstrisinin “hayat kaynağını“ teşkil ediyordu.) Bu cephenin bir ucu Sarıkamış'a, diğer ucu Heyber Geçidi'ne dayanıyor; sadece askerler değil, halklar vuruşuyor, üstüste yığılan cesetler “utanç tepeleri“ meydana getiriyordu.
(Sunuş'tan)
Kullanıcı Yorumları