“Hayat, iç burkan bir şeye dönüşüyordu bazen, insanın ağzında acı bir tat bırakan, sorular sorduran bir şeye; bu kadar çabuk öleceksek neden yaşıyoruz, neden hiç ölmeyecekmiş gibi çabalıyoruz, neden iyi ilişkiler kurmaya özen gösteriyoruz ölesiye, neden bu kadar çok sevip seviliyoruz”
“Kalabalık caddelerde yürürken insanları izliyordum. Yürüyüş yapıyor, ayaküstü bir şeyler yiyip içiyordu insanlar, ben ölüyordum; çocuklarını parklara götürüyorlardı, ben ölüyordum; nefes alıyordu insanlar, ben ölüyordum; doğum günü pastaları eşliğinde yeni yaşlara giriyorlardı, ben ölüyordum; her gün doğumuyla birlikte yeni umutlar taşıyarak yeni günlere başlıyordu insanlar, ben ölüyordum...”
“Dolunayla aydınlanmış bahçede oturuyorduk. Masaya özenle yerleştirdiği mumları yakmaya çalışırken onu izliyordum. Yirmi yıl önce yaşamış olmalıydık bunları, oysa biz birbirimize sevgi sözleri bile fısıldayamamıştık. Omuzlarımızda ‘milyonların mutsuzluğunu' taşıyorduk, bireysel mutlulukları götürüp uzak köşelere bırakmıştık. Bizim mutlu olmamızın yolu halkımızın mutlu olmasından geçiyordu. Şimdi o her mumu özenle yakmaya çalışırken, bir yandan onu izleyip diğer yandan geçmişi düşünüyordum burukluk, hayal kırıklığı arasında bir yerde...
“Yarım kalmıştık biz; yarım kalmış iki insan olarak hayatımıza devam ediyorduk. Belki de hiç tamamlanmayacaktık...”
Kullanıcı Yorumları