Geceleri pörsümüş memelerini ağzıma dayayarak uyuturdu beni. Ananın anasına ebe deneceğini köyde aklımın erdiği ilk kavgada öğrendim. Eteğinden çekiştiremiyorsam, korkuyorsam, acıyorsam “ana”mdı. Ayankız eve kafası başka yerlerde arada uğrar, yaşlı kadınlara verir veriştirirdi, daha burada mısın, diye çıkışırdı anası. Gelecek yanıta göre pençelerini çıkarmaya, avazı çıktığınca ağlamaya hazır kuşkusuz, babası yapılı, derdi. ölene kadar ne duayı, ne ağlamayı kestiği kocası için sarf ettiği tek olumsuz cümleydi: Babası yapılı! O anlarda yaşlı eme, santraldeki, bağlandı kapanmadan konuşun, diyen denizaşırı ses gibi benzeşikliği taraflara bölüştürüp iç hatlarında meşgule düşüverirdi. Saçımı tıraş eder, giyeceklerimi diker, şaka yollu çükümü ellerlerdi. Yangın sırasında -ben günahsız sabinin- evde değil de onların sedirinde uyumam verilmiş sadakalardan, kalplerini Allah bildiğinden, zamanında yaptıkları iyiliklerdendi, kimlere iyilik yaptınız, diye sorunca beyninin ezber odasından yaşlı ebe, başka odası yoktu sanırım varsa da kullanılmaz haldeydiler, Allah'la bizim aramızda, diye çocukça böbürlenirlerdi. Sıhhi'yi o kadar da suçlamadıklarını dualarının kolay kolay sönmeyecek beddualar kabartmamasından anlardım. Köy çocukları arasındaki garip konumumu paşa koltuğundan indirmeyen üç ihtiyar peş peşe öldüler. Ailem üç ihtiyar kadındı ve köyün kocaman kadınları bazen direkt bakışlarımın içine bazen de sırtımı dönünce omuzlarıma çocukluğumu talan eden faturalar yüklerlerdi: “Hızlaaan, Ayankız kayıp gene, Hızlaaan baban yaşıyor muymuş...” Bir çocuk kavgasına bakardı sicilimin düğmesine basılması, benim kavgalardan çekilmem...
Kullanıcı Yorumları