Ürün Özellikleri
Odamda Yolculuk
Dünyanın gizli saklı köşelerini, cennet mekânlarını ve zorlu güzergâhlarını dolaşan yolcuları şaşırtacak, genellikle küçümsenen ve göz ardı edilen bir coğrafyanın ilk gezi rehberini yazmıştır Xavier de Maistre: Odamda Yolculuk. Çevresi otuz altı adımdan ibaret 'kocaman' odasında kırk iki günlük zorunlu bir hapse mahkûm edilen 18. yüzyıl sonu yazarlarından Xavier de Maistre, tutsaklığını ironik bir özgürlük metnine dönüştürmeyi becererek edebiyat tarihine geçmiştir. Kendisini kısıtlayan dış koşullara inat, insanın kendi bedeniyle ruhunu birbirinden ayrıştırmasının mümkün olduğunu öne sürer Maistre; ruhunu istediği her yere, görmeyi arzuladığı her türlü güzelliğe gönderebilmekle birlikte, bedeninin bu yolculukta karşılaştığı yataktan koltuğa, masadan duvarlarda asılı tablolara kadar odanın topografyasını da ayrıntılı biçimde anlatmaktan geri kalmaz.
Katip Bartleby
"Yapmamayı tercih ederim." On dokuzuncu yüzyıl ortalarında, Wall Street'teki bir hukuk bürosunda çalışan az rastlanır kişilikteki bir kâtibin ağzından çıkan ve onun hayat felsefesini dile getiren bu ünlü cümle, o günden beri tekrarlanıp duruyor. Kâtip Bartleby, kendisine verilen görevleri yapmamayı tercih ettiğini söyleyerek çalışmanın sınırlarını pasif direnişle çizen bir öncü. İşini son derece kusursuz yapsa da günün birinde 'çalışmamayı tercih eden' Bartleby, hukuk bürosunun sahibi avukatın ağzından anlatılıyor. Kâtibinin inadıyla başa çıkamayan avukat, kapitalizmin kalesinde, devasa binaların duvarlarına bakan masasında, sadece çalışmayı değil yaşamayı da durduran, hiçbir işe yaramayan bu adamdan kurtulmak ister, sonunda akıl ve mantık dışı bir çözüme yönelir. Bartleby'nin hikâyesi, bireyin toplum kurallarına karşı tavrını yansıttığı kadar özgür irade ve determinizm konularına da bir pencere açıyor. Kendini dünyadan soyutlayan, özgürlüğünden taviz vermeyen Bartleby canının istemediği hiçbir şeyi yapmazken kâtibinin çalışmaması karşısında ona hem acıyan hem de öfkelenen avukatın bu direnişe gerekli tepkiyi göstermemesi şaşırtıcı ve düşündürücü.
Ceza Sömürgesi
Franz Kafka'nın suç ve ceza arasındaki ilişkiye farklı bir bakış açısı getiren Ceza Sömürgesi, İlknur Özdemir'in yeni çevirisiyle. Adı verilmeyen bir adada, acımasız bir zekâyla kurgulanmış bir mekanizmanın, suçlu ya da suçsuz olmasına bakılmaksızın mahkûm kılınmış insanları burokratik bir katılıkla ve doğal kabul edilen bir yaklaşımla "cezalandırdığı" bir tören. Bir yanda duygusal açıdan olaya mesafeli duran, suskun kalan 'tanık' gezgin, öbur yanda yasama, yurutme ve yargı yetkilerini kendinde toplamış ve bu sorumluluğu kendini kurban etme derecesine vardıran subay. İkisi arasındaki tezat, edilgenlik/etkenlik, kuşku/inanç, akıl/duygu gibi zıt kavramları mercek altına alıyor ve bunları gerçeklikle baş etmenin karşıt olasılıkları olarak okura sunuyor.
Tembellik Hakkı
Damadı olduğu Marx'tan ve Proudhon'dan etkilenmiş sıradışı Fransız Marksisti Paul Lafargue'ın zamana meydan okuyan manifesto niteliğindeki metni Tembellik Hakkı, kapitalizmin vahşi çalışma koşullarına olduğu kadar, çalışmaya övgüler düzen 20. yüzyılın Marksist klişelerine de erkenden savaş açmış bir eserdir. Bu kısa ve özlü metin, bir aylaklık övgüsünden ziyade, egemen liberal amentünün beyinleri istilasına karşı bir uyarıdır. Tarihsel bakımdan son derece zengin bu klasik metin, 19. yüzyılın kolektif zihin yapılarını analiz eden toplumsal, ekonomik ve entelektüel bir monografi sunarken, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da güncelliğini korumayı başarmaktadır. Makineleşme sayesinde çalışma süresinin kısaltılabileceği, boş zamanın arttırılabileceği yönündeki Lafargue'ın görüşü, üzerinden geçen yaklaşık bir buçuk asra rağmen, çalışma ve tüketme mitlerinin egemenliğinin iyice pekiştiği, "hayat"a daha az yer kalan günümüz dünyasında hâlâ bir talep olarak yerini korumaktadır...
Satranç
Mart 1938'de, Almanya'nın Avusturya'yı ilhak etmesinden sonra Gestapo, pek çok manastırın malvarlığını yöneten Viyanalı ünlü avukat Dr. B.'yi tutuklar. Manastırların servetinin yerini söyletmek isteyen Gestapo tarafından tek başına bir otel odasında tecrit edilen avukat, aylarca sorgulayıcılarından başka kimseyle konuşamaz. 4. ayın sonunda, sorgulamaya götürüldüğü bir gün, bekleme odasında tesadüfen bulduğu bir kitabı çalar. Yalnızlığına son verecek bir roman bulduğunu umarsa da elindeki, satranç tekniklerini öğreten bir kitaptır. Önce kareli yatak örtüsünü ve ekmekten hazırladığı satranç taşlarını kullanarak öğrenmeye başladığı bu oyunda giderek ustalaşır. Bütün oyunları ezberler, kafasında yepyeni oyunlar kurar, gecesi gündüzü satrançla dolar. Tam bir soyutlanma içinde yaşarken aklını kaçırmamayı ancak böyle başarırsa da bu uğraşı sinir krizi geçirmesini engellemez. Serbest kaldıktan sonra Arjantin'e gitmek üzere New York'tan bindiği gemide bir dünya şampiyonu da vardır: 21 yaşındaki, eğitimsiz köylü Mirko Czentovic. Hiç istemediği halde bu şampiyonla bir karşılaşma yapar. İki satranç ustasının düellosuyla doruğa ulaşan anlatım, aynı zamanda nasyonal sosyalizmin ve faşizmin koyu bir eleştirisine dönüşür.
Dr. Jekyll ve Mr. Hyde'in Tuhaf Hikayesi
Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, insan varoluşundaki tezat yönleri hissetmeye başlamış, ancak toplumun katı ahlaki kalıplarının birini yücelttiği, ötekisini iğrenç ve suçlu kıldığı bir dönemde, çift yönlülük üzerine yazılmış, modern bir mit haline gelmiş bir hikâyenin kahramanıdır. Hayatı konumuna yakışır şekilde, ahlaki açıdan kusursuz yaşamaya çalışan bir doktorun, yaradılışının getirdiği, çevresi tarafından kolay kolay kabul edilmeyecek yanlarını bastırmaktan usandığı bir anda, insanı ikiye -iyiye ve kötüye- ayıracak tıbbi bir yöntem geliştirmesiyle ortaya çıkar Jekyll ile Hyde'ın tuhaf vakası. Umduğunun aksine, gitgide kuvvetlenecek "kötü"nün karşı kefesi salt iyiliğe değil, doktorun sıradan kişiliğine kalacak ve zamanla denge neredeyse tamamen saklı kişiliğin, toplumsal adalet ve kurallar açısından ters davranan Mr. Hyde'ın lehine dönecektir.
Dubrovski
Rus edebiyatının kurucularından ve en büyük isimlerinden biri olarak görülen Aleksandr Puşkin, 1837 yılında bir düello sonucu vakitsiz ölünce, yapıtları yarıda kalmıştı: Haksızlık karşısında isyan eden ama aşk karşısında boyun eğen romantik kahramanıyla Dubrovski de son döneminde yazdığı, ölümünden sonra basılan bu yapıtlardan biriydi.Puşkin, Çarlık Rusyası'ndaki büyük çiftlik sahiplerinin kaprisli ve hırslı ilişkilerini, toprağa bağlı köylülerin birer mal gibi alınıp satılabildiği koşullarını ve malikâne sahiplerini tedirgin eden köylü ayaklanmalarını ele alır. Ayaklanmanın önderliğini, soylu ve subay olmasına rağmen adalet için insanlarıyla birlikte Robin Hood'vari bir "zenginden alıp yoksula verme" düzeneği kuran Dubrovski'ye vermesiyle yazar, dönemine göre ilerici yanını da göstermiştir.
Kızıl Dosya
Aklın çözemeyeceği hiçbir vaka yoktur ve aklı Sherlock Holmes kadar iyi kullanan başka biri de yoktur. Edebiyat tarihinin en ünlü dedektifi Sherlock Holmes ve en yakın dostu Doktor Watson'la tanıştığımız ilk yapıt, Kızıl Dosya'dır. Bir kimya laboratuvarında tanışan kahramanlarımız, meşhur Baker Sokağı 221B adresindeki evi tutmalarıyla ayrılmaz bir ikili haline gelir. Holmes, zamanının büyük kısmını kendisini geliştirmekle geçirirken bir yandan da emniyet teşkilatına zor davalarda yardımcı olur. Üstün zekâsı, ayrıntılı gözlem gücü, sıra dışı merakları, akıl yürütme yeteneği ve sonuçtan sebebe ulaşma yöntemiyle Sherlock Holmes, en anlaşılmaz ve çözülmez gözüken vakaları neredeyse hiçbir efor sarf etmeden kolayca çözebilir. Bu dâhi dedektifin Doktor Watson'la birlikte tanık olduğumuz ilk macerası Kızıl Dosya, zamanla dizinin en beğenilen örneklerinden olmuştur."Cinayetin kızıl ipliği hayatın renksiz yumağının içinden geçiyor, bizim de görevimiz onu çözmek, bir kenara ayırmak ve her karışını ortaya çıkarmak."
Seksen Günde Devrialem
Bilim-kurgunun öncülerinden ve en önemli yazarlarından Jules Verne, 19. yüzyıldaki endüstri devriminin sonucunda değişen dünyanın gidişatını hayal edip yazıyordu. Henüz yabancı diyarların fazla tanınmadığı, keyif için dolaşmanın yaygınlaşmadığı bir dönemde, Verne gibi bir yazarın dehası, aynı zamanda turizmin sosyolojisini ortaya koymasıydı. Buhar çağında hizmete giren kıtalar aşan trenler ve okyanuslar aşan transatlantikler -dünyanın insanlar için ne kadar küçüldüğünü kanıtlarken- yazarın kullandığı ulaşım araçlarından bazılarıydı. Jules Verne, prensiplerinden ödün vermeyen ve çok büyük bir iddiayı gerçekleştirmeye kalkışan İngiliz centilmeni Phileas Fogg, heyecanı ve merakı sayesinde maceradan uzak duramayan Fransız hizmetkârı Passepartout, doğu kültürünün zarafetini simgeleyen Prenses Auda ve o dönemde dünyaya yayılmış Britanya İmparatorluğu'nun yetersizliğinin örneği Dedektif Fix karakterleriyle, gitgide küreselleşen ve modernleşen dünyanın nasıl olacağını göstermeye çalışıyordu. Bugün bile turistleri çeken Süveyş Kanalı, Bombay, Kalküta, Hong Kong, Yokohama, San Francisco, New York gibi çağının yeni merkezlerinde okurları yaklaşık yüz kırk yıl önce dolaştıran Jules Verne, hayal gücünü kullanarak bizlere belgesel niteliğinde bir gezi macerası klasiği armağan etmiştir. "Her kim ki benimle, 80 günde -1.920 saatte ya da 115.200 dakikada- ya da daha kısa bir sürede devriâlem yapabileceğim konusunda bahse girmek isterse, ben 20.000 sterlinimi ortaya koyuyorum. Var mısınız?"
Başıboş Bir Yolculuktan Notlar
Ardında edebiyatın her alanından binlerce sayfalık eserler bırakmış, 20. yüzyılın en kendine özgü yazarı-şairi Fernando Pessoa'dan (1888-1935) bir güldeste, tanımayanlar için tanışma vesilesi... Pessoa'nın gözde temaları olan "düşünmek/hissetmek", "düşlemek/yaşamak", "dış/iç" karşıtlıkları, "kendiyle ben arasındaki mesafe", Tanrı, teozofi, mitler, yitim duygusunun sürekliliği gibi kavramlar etrafında dolanıp duran kısa metinler, cümleler, dizeler... Baştan sona ya da atlayarak okunabilecek, Pessoa'nın şiirli felsefesinin tek bir cümlesiyle günler geçirmeye imkân tanıyan bir seçki..."Yavaş yavaş kişilik değiştiriyorum; yeni kişilikler yaratma, taklit etmenin, dünyayı anlamanın ya da dünya anlaşılabilirmiş gibi yapmanın yeni tarzlarını yaratma yeteneğimle zenginleşiyorum (evrim burada olsa gerek)."
Kullanıcı Yorumları