Mehmed Akif Ersoy, yakın tarihimizin en büyük şâiri, fikir ve mücâdele adamı, benzeri pek az görülen, özü sözüne uygun bir ahlâk kahramanıdır.
Mehmed Akif, masum milletinin en acıklı günlerinde, bütün dert, felâket ve acıları onunla birlikte yaşamış ve derinden hissetmiş bir gönül fedâisidir.
Fakir bir ailede doğan Akif, âlim bir zat olan çok sevdiği babasını küçük yaşta kaybetmiş, arkasından evleri de yanmıştı. Fakat hayat hikâyesinde görüleceği gibi, hiçbir şeyden yılmayan bu çalışkan genç, bir taraftan okullarını birincilikle bitirirken, bütün sporları da başarıyla yapmış; diğer taraftan hatimle namaz kıldıracak kadar kuvvetli bir hafız olabilmiştir. Hayatını kazanmak için özel dersler vermiş; üç dilden eserler okuyacak kadar bilgisini ilerletmiş; tercümeler yapmış ve binlerce mısra yazıp yırtarak şairliğine hazırlanmıştır.
1908 öncesinde, mesleği olan baytarlık dolayısıyla karış karış dolaştığı Osmanlı ülkesinde, dindar, saf ve masum, fakat göreneklere boğulmuş, fakr u zaruret içinde bir halk ile hemhal olan Mehmed Akif, ilk olgunluk şiirlerinde, cemiyeti saran dert ve meseleleri ele almış,
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
diye inlemiştir.
1908 de meşrutiyetin ilânı ile, bütün samimî aydınlar gibi, vatanı dertlerinden kurtaracak bir devrin başladığını hayal ederek,
Mülkü baştan başa imâr edecek şirketler;
Halkın irşadına hadim yeni cem iyyetler...
beklerken; hürriyeti eğlence ve başıboşluk bilen sorumsuz insanlarla ve ilerlemeyi züppelik veya dinsizlikle aynı şey zanneden yarı aydın bir zümre ile karşılaşmıştır.
Yürüyor dîne beş on maskara, alkışlanıyor,
Nesl-i hâzır bunu hürriyyet-i vicdan sanıyor!
Kendi ahlâksızlıklarını millete bulaştırarak "sıkılmadan" dolaşmak isteyen ve bunu sabit "hastalık" haline getiren birtakım sefillerin, dinin esaslarına saldırırken, müslüman hanımların başörtülerine de dil uzatmaları karşısında,
Namaz, oruç gibi şeylerle yok alış verişi;
Mukaddesat ile eğlenmek en birinci işi.
Kızımın iffeti batmakta rezîlin gözüne...
Acırım tükrüğe billahi, tükürsem yüzüne.
diye kükremeyi bilmiştir.
İmanlarını ve millî duygularını Batı taklitçiliği ile kaybetmiş olan bu soytarılara karşı, Mehmed Akif gibi dindar aydınlar, harpler ve felâketlerle perişan olan milleti, uyandırmaya ve birleştirmeye çalışıyorlardı.
İçeride cinayete kadar varan parti kavgaları, ekmeğini yedikleri millete yüksekten bakan diktatör taslağı komitacı zabitler, dışarıdan düşmanların bitmeyen vahşet ve zulümleri, onun sabrını tüketiyordu.
Balkan daki yangın daha kül bağlamamışken,
Bir başka cehennem çıkıversin... Bu ne erken!
Trablusgarp, Balkan ve Cihan harpleri ile on yıl devam eden bir savaşın sonunda İstanbul a kadar giren düşman askerleri onu ağlatıyordu.
Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu...
Bir bu toprak kalıyor dînimizin son yurdu!
İlk Safahat ta cemiyetin insanî dertlerini, ikincisinde hürriyeti, çalışmayı, halk ve aydın ayrılığının zararlarını ele alan Akif, artık yurdunun felâketi ve milletinin açılarıyla inleyip haykıran bir ızdırap şâiri olmuştu. Müslümanları birleşmeye, dayanmaya ve savaşmaya çağırıyordu. üçüncü kitaptaki şiirlerin tamamı ile beşinci ve yedinci kitaptaki bazı şiirler bu duygularla yazılmıştır.
Mehmed Akif, öteki şâirlerin aksine, her an cemiyetin, halkın ve mücâdelenin içindedir. O, düşüncelerini hayatına tatbik etmiş, "şehre varmış veferyâd ü figân koparmış" bir Yûnus tur.
Bu ızdırap ve mücadelelerin içinde olgunlaşan fikir adamı kimliği ile Akif, hem şiir hem de fikrî eserler olan "Fâtih Kürsüsünde"yi ve "Berlin Hâtıraları"m ve nihayet "âsım"ı yazmıştır.
Safahat Külliyâtı, milletimizin irfanının, düşünce ve duygularının, sevinç ve acılarının bir mesnevisi, iman ve kahramanlıklarının bir destanıdır "Asım", bizlere, geçmişimizden geleceğimize uzanan ışıklı yolun en mûtemed bir rehberidir.
Takdîr-i İlâhî, İslâm a hizmetle geçen bir ömrün bütün mükâfatını, sadece âhirete tahsis etmiş olmalı ki, Mehmed Akif, İstiklâl Marşı nı yazdığı ve
Canı, cânânı bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
diye ilân-ı aşk ettiği sevgili vatanını terk ederek, hayatının son on yılını gurbette geçirmeye mecbur kalmıştır.
Hicret günlerindeki, mahzun ve perîşan duygularının terennümü olan yüksek şiirlerini, Safahat ınm yedinci kitabında toplamıştır.
Bugün, Akif dostu aziz okuyucularımızın takdir nazarlarına sunulan bu Safahat nüshası, 1970 li yılların başından beri devam eden çalışmalarımızın bir semeresi olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Okuyucu, baştaraftaki Giriş bölümünde merhum Akif Bey üstadımızın hayatı ve eserleri hakkında geniş bir araştırma bulacaktır. Bu bölümde, eserin nasıl hazırlandığına dair de etraflı malumat verilmiştir.
Kitabın sonunda, merhum şâirimizin Safahat dışında kalmış şiirlerinden derlenmiş bir bölüm ile, eserden faydalanmayı kolaylaştıracak Rehber ve İndeks bulunmaktadır.
Mehmed Akif ve benzeri büyüklerimizin bize gösterdikleri yol, Sevgili Peygamberimiz Resulümüz Efendimiz in nurlu yoludur. Bizler de o yolun hizmetkârları olmayı, canımıza minnet biliyoruz. Cenâb-ı Hak, bizleri ve aziz milletimizi, o nurlu yoldan ayrılmaya bırakmasın...
"Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile hasret."
M. Ertuğrul Düzdağ
NOT: Mehmed Akif, 1908 den önce yayınlanan şiirlerinden hiçbirini Safahat a almadığı gibi, soma çıkmış olanlardan birkaçını da kitabının dışında bırakmıştır.
Hiç yayınlanmamış olan şiirlerini ise ortadan kaldırmış olduğu için, bunlardan ancak dostlarının defterlerinde metinleri bulunanlardan bir kısmı, bize kadar ulaşabilmiştir.
Gerek matbu ve gerek yazma halde bulunan şiirlerin tamamı da henüz bir araya toplanmış değildir.
Safahat dışında kalmış şiirlerin hacimce, Safahat takiler kadar olduğunu kendisi söylemektedir.
"İstiklâl Marşı"nı ise, "O benim milletime aittir" diyerek Safahat a almamıştır.
Bu bölüme, şairimizin Safahat a girmemiş şiirlerinden 1495 mısra tutarında 54 parça manzumeyi almış bulunuyoruz.
"İstiklâl Marşı" başta olup, diğerleri yayın tarihlerine göre sıralanmıştır. Yayınlandıkları veya bulundukları yerlerle, ayrıca gerekli olan bazı bilgiler, her şiirin altına not şeklinde konulmuştur.
Kullanıcı Yorumları