“Yersiz“liğin iki farklı çağrışımı bulunuyor. Birincisi şu: Her yorum, bir “şey“e yöneldiği sürece, bir “yer“e de yöneliyor demektir. Bunun tam tersini söylemek de doğru sayılacak: Yorumun bir “yer“den kaynaklandığı... Ancak yine iki durumda da “yer“den söz etmek aynı anda sınırlardan söz etmek anlamına geliyor: “Yer“in sınırlarından... Sınırlardan söz etmek ise sınır dinamiğinin yarattığı biçimde “öte“lerden de söz etmektir: Geçirgenlikten konuşmaktır ki, o geçirgenlik de “yer“ kavramını, “yersiz“liğe doğru sürükler; orayı dışarısı ile birlikte, bir “kendine yabancılık“ mekânı kılar. “Yersiz“liğin ikinci çağrışımı, bir toplumsal uzlaşımın sonucu olarak, pek de olumlu bir anlam içermez: Bu “yersiz“ durum, “tutarlılığın“ yitirildiği ve konunun (artık bir daha toparlanamayacak biçimde) dağılıp gittiği imasını içinde taşır. Böylece, “Konunun tutarlılık noktası nedir“ sorusu gündeme geldiğinde, “yersiz“liğin olumsuzluğu da kendiliğinden gündeme gelecektir. Oysa o “tutarlılığın“ kodlanmış bir “şey“ olduğunu vurguluyorsak, yorumların da “yersiz“leşmesi gerekecektir ve olumsuzluk yerini olağanlığa bırakacaktır: “Yersizlik“, olağan biçimde olumsuzdur. Fakat, bir kodlamaya karşı olumsuzdur; bu olumsuzlama da, “gerçek durumdan“ söz edilmediği, kodlamalar içinde kalındığı zamanlarda doğmaktadır.
(Arka Kapaktan)
Kullanıcı Yorumları