Yamaçtan minicik kartopu yuvarlanıyor, büyüyor. Beni de beraberinde sürüklüyor. Gözkapaklarım ağırlaşıyor, yaşam-ölüm sürecinde gidip-geliyorum...“Şizofren! Katil! İntihar! Tahkikat!“, “Barış-Savaş“ çığlıklarıyla uykuya dalıyorum. çığ büyüyor, içinde yok oluyorum. Morg... Pamuklarla gizlenmiş bir yüz. Sır dolu, sımsıkı kapanmış bir ağız. Pamukları açıyorum. Nöbetçi ikaz ediyor. Açtıkça üşüyorum. Ellerim tanıdık yüzünde dolaşıyor. Soğumuş yanaklarını öpüyorum. Beni ondan koparamıyorlar. Peşisıra yolculuklara gitmeye söz veriyorum. ölüme ya da inançları(m) ile yaşamaya... Zamandan ve mekandan kopuyorum... Sıcacık, güvenceli bir iklim arıyorum. Bulamıyorum... Yalnızlık ya da kimsesizlik. Toplumun gözaltına aldığı bedenim, hissetiklerimin güvencesi ile dinlenceye dalıyor. Düşlerim, ardısıra birbirini kovalıyor. Yorulmak bilmeden... Arka arkaya silah gibi patlayan flaşların kör edici ışığı bile beni uyandıramıyor... Hayattan kopuyorum... Yaşamak gerçekten zorlaşıyor...Yaşam savaşının son günü. 14 Ağustos...
En kalabalık, en yalnız, an acılı son gün... Onun sonsuza dek yalnızlığı... Benimse... bilemiyorum... Riskli terör oyunları bitmediği sürece, acılı ve yalnız olacağız...
İnsan bitecek...
Bu olanlara bir isim koymalıyız artık... Her bahar ayında “kökü kazındı“ diyerek, yani baharları beklemiyor muyuz Dipsiz kuyuya taş atmayı bırakalım... Savaş, insanın kendi içindeki özgürlüğü ve insanı taşlamasıdır. Barış zahmettir... Kini, nefreti unutmaktır... Barış yüzünü güneşe dönmektir... Bizim sorunlarımızı, sorularımızı, kuşkularımızı anlamak istemiyorlar... Bizi küçültmek isteyenlere karşı güç toplamaktan ve barış için hep birlikte büyümekten başka seçeneğimiz var mı
Barış için örgütlenmeliyiz...
Sessiz tanıklar olmak istemiyorsak... İnsanı yardıma çağırmak gerekir... İnsanı çağırmak gerekir... İnsanı çağırmak... İnsanı...
Kullanıcı Yorumları