Pencere kenarında oturan kadın, bulunduğum yere doğru başını çevirdi. O anda, yüreğim yerinden fırlayacak gibi oldu. Kadın Aysel'in ta kendisiydi. Ve rüya değildi bu. Değil on iki yıl, otuz yıl geçse tanırdım onu. Kafamda çok bilinmeyenli denklem gibi bir yığın soru işareti: Yanındaki genç adamla bebek kimdi Yoksa Aysel bu genç adamla evlenmişti de bebekleri mi olmuştu..
Fakülte gece bölümü olduğundan akşam ışıklar aniden söndürülür, aniden kavga başlar, ışıklar yandığında da bazı öğrencilerin ağzının burnunun kan içinde kaldığı görülür, kimsede moral diye bir şey kalmazdı. Bazı öğrenciler, bıçaklanma riskine karşı gömleğinin altına, kalbinin bulunduğu yere kitap defter yerleştiriyorlardı. Beni sevdiğimden koparan bu okulda bütün vücudum pulat cendere içinde gibiydi. Okul, nişanlım ve Aysel. Bermuda Şeytan üçgeni içinde kaybolmuş gibiydim...
Düğümünü çözdüğüm karanfil kokulu yazmanın içinden; yüreğimde bir daha kapanmayacak yaralar açacak, belki de yaşantımın akışını değiştirerek, dingilden çıkarak yuvarlanan bir araba tekerleği gibi savrulmama neden olacak bir mektup çıktı. Dağlara doğru haykırdım. Sesim karşı kayalardan yankılandı. Sanırım dağlar anladı beni...
Geçirdiği bir kaza sonucu ayağının dizden aşağısını kaybeden Dr. Cengiz Bey: “Halime'nin terk etmesi ayağımdan daha çok yaraladı beni” dedi. Ve ekledi: Yıllar sonra çok tanıdık birine benzeyen, genç ve güzel bir kadın muayene olmaya geldi. “Neyiniz var” diye sorduğumda: “Kursağım ağrıyor doktor bey,” diye karşılık verdi. “Kursak tavukta olur kızım!” diye yanıtladığım o kadın; Halime'nin ta kendisiydi...
Kullanıcı Yorumları