“Ben Süleyman Bey çocuğuyuuuum.
Ben Süleyman Bey çocuğuyuuuuum.“
Memleketin gidişatını ezbere bildiğim için çok keyifliydim yine o gün. Büyük ihtimalle halkımın morali de düzgündü ve yanaklarından şıpır şıpır kan damlıyordu. Genel bir durum değerlendirmesi yapmamak için kapıyı hızla çarpıp evden çıktım. Rahat bir seyahat oldu diyebilirim. Yolda Dire Straits'den alınan bir parçayı okumamın halkımı çok rahatsız etmediğini de müşahade ettim. Hatta kimilerinin nakarat bölümlerinde bana eşlik etmesi ayrı bir gurur kaynağı olmuştu.
Son gördüğüm kuyruk ise biraz tuhaftı sanki. Büyükçe bir binanın önünde sert bakışlarla sağa sola göz atan kalabalıktan kimileri kurt işareti yaparken kimileri de hafif hafif “çırpınırdı Karadeniz“ adlı parçayı mırıldanıyordu. Binanın penceresine yaptırılan kağıtlardan burasının bir eğitim yuvası olduğu anlaşılıyordu. Kağıtlarda okuyabildiğim kadarıyla şunlar yazıyordu: “On derste faili meçhul teknikleri“, “İtinayla provokasyon yapmanın yolları“, “Eroin kaçakçılığında bürokrasinin dünü, bugünü, yarını ve öbür günü“, “Kürt kimdir, neye benzer, memleketi çıt diye ortadan ikiye bölmesin diye en az kaç köy yakılmalıdır, en az kaç kişi göç ettirilmelidir“ “Polis-mafya-politikacı üçgeni eşkenar bir üçgen midir, iç açılarının toplamı dış açıların toplamına eşit midir“ Hava kararmak üzereydi. Halkımın mutluluğu bana da yansımıştı. Islık çala çala düştüm yola. Eve vardığımda kendimi tıpkı ülkem gibi üç tarafı denizlerle kaplı bir yarımada gibi hissettim. Salona geçtim ve duvarda asılı duran Süleyman Bey'in gülümseyen fotoğrafını dakikalarca seyrettim. Sonra da içim huzur dolu bir şekilde pencereye koşup boşluğa doğru avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım: “Ben Süleyman Bey çocuğuyuuuuum. Ben Süleyman Bey çocuğuyuuuuum.“
(Arka Kapak)
Kullanıcı Yorumları