İslam dünyası, her ne kadar batı dünyasının bin yıllık macerasına -dışarıdan da olsa- bir şekilde iştirak etmiş olsa da, bu dünyayla aynı ideallere yönelmediği gibi, bu yolculuğa (kapitalizme) karşı ciddi itirazları bulunan yegâne dünya ve bu itirazların birçoğu da oldukça haklı gerekçelere dayanmakta. Ama bu haklılık, batı dünyası tarafından ortaya konulan gelişme karşısında çok da önemsenmemekte. Dahası, nüfuz edilemeyen bir performansın gücünün etkinliği, bu itirazların haklılığını umursamayan bir pervasızlık içerisinde, yolculuğunun huşunetini sürdürmekte.
Buna karşı ise İslam dünyasında birçok mesele oldukça derme çatma bir üslupla ele alınmakta. Müslümanlar kendi tefekkürlerini derinleştirmedikleri gibi, bu tefekkürü kendi kaynaklar kadar batıdaki tefekkürle de zenginleştiren olumlu bir tutumu da ortaya koyamamakta. Oldukça farklı nedenler ve etkenlerle de olsa, olumluluğun üretilemediği bir atmosferde birçok soru cevapsız kalmakta, sorunlar çözümlenememekte, müzakereci bir zihinsel tutum geliştirilememekte; buna karşılık ise çatışmacı, tepkisel ya da silahların diline dayanan tutumlar, tüm olumsuzluklarına rağmen, etken tutumlar olarak itibarını sürdürmekte. Batının en büyük şansı ise, kendi tezlerini ve gelişmesini ortaya koyma aşamasında, İslam dünyasının çoktan bir daralma evresine girmiş olmasındadır. Bu daralma, bilinçli bir geri çekilmeden ziyade, bir tür performans kaybının bir neticesi olduğundan, bu çift katlı sorumluluğa, bir de bu daralma halinden çıkma meselesi ve çabası eklenmektedir.
Kullanıcı Yorumları