Bu öyküler, “kısa öykü“ dedikleri (ben, pek tutmuyorum bu terimi) türden oldukları için, Mustafa B. Yalçıner, Balzac ve Flaubert gibi, kişilerinin içsel ve anlıksal durumlarını, öyle derinliğine işlemiyor. Yalnız, o birikmine sahip olduğunu gösteriyor. Mustafa, toplumsal çevreyi, kişilerin yaşadıkları doğayı, onların kişisel yaşam olgularını, anlıksal yansımalarının arkasındaki kurnazlıkları, ekinsel yozluklarını, özellikle yansıtmış. “Poyrazın Getirdiği çocuk“taki Hızır'ın gelişmiş insancıllığı, temizliği, “Binmesine Oynayacağız“daki çocukla Güllü'nun birbirlerinden sakladıkları cinsel istekleri,“Beden“deki İbil'in yozluğu, “Hayıt Tohumları“ndaki Apıl'ın sığlığı ve tutkusu, savlarımızın kanıtıdır. Bu kısa öykülerde, kişilerin davranışlarını biçimleyen ve yönlendiren gelişme süreci anlatılmıyor, ama kişilerin tutumları, o süreçleri sezdiriyor bize. Doğrusu, kısa öyküde, o süreçleri yansıtmak çok da kolay değil. Hatta, gereksizlikleri de savunabilir. Kısa öyküde, bu süreçleri sezdirmek, bir başarıdır. Kuşkusuz, Dostoyevsky gibi yazarlar, bir öyküde de, kişilerin davranışlarını (özellikle başkişisinin davranışlarını) ve tutumunu hazırlayan süreçleri yansıtmışlardır, ama her öykücünün, aynı ustalıkla “ruhsallaştırma“ yapmasını bekleyemeyiz. Belki de Mustafa B. Yalçıner, bu süreçlerin yansıtılmasını, kısa öyküde tekniğine aykırı bulmuştur. Mustafa daha yalın bir yöntem kullanıyor: Yaşanmış bir durumdan ya da verili bir izlenimden (Yayla Yolunda), dolaylı olarak doğmuş bir duygu, anıların ve kurguda egemen olan çağrışım gücünün etkisiyle, başka bir duyguya geçiyor, yeniden baştaki çıkış noktasına dönüyor. Ruhsallaştırma, duygunun diyalektiğine saygı duyularak yapılıyor. Zaten, tüm öykülerine bir betimlemeyle başlıyor. Uzamı ya da kişiyi ilk kavratıyor bize...
Kullanıcı Yorumları