“içimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.“
Birhan Keskin Yirmi Lak Tablet'ten sonra Yeryüzü Halleri'ne dalıyor: Zümrüdüanka, denizkabuklusu, karınca, salyangoz, tırtıl, örümcek, balık, at, dağ, ova, buzul, göl, deniz, çöl, gül morsalkı, incir, zeytin ağacı, avlu, kapı, insan, yolcu.
Yeryüzü Halleri'nde alem dile geliyor.
(Arka Kapak)
Gümüş zirvede eriyen dizeler
Bir kitap üzerine yazı yazıldığında bu genellikle kitabı öven bir yazı olur. Genellikle. Bazen de tam tersi tabii. Bazı yazılar ise hiçbir şey söylemez. Kitabın çıktığından başka hiçbir şey söylemez. Belki de amacı budur, bu olmalıdır. Hem okumadığın bir kitap üzerine bir şeyler okumanın da ne manası var diye düşünebilirsiniz. O yüzden Birhan Keskin'in şiirini hiç bilmeyenler için de bu yazıyı okumak yerine yapacak daha iyi şeyler olabilir kuşkusuz.
Birhan Keskin'in yeni şiir kitabı “Yeryüzü Halleri“ (ki bu onun beşinci kitabı oluyor) yüzde yüz bütünlüğü olan bir kitap. Tüm 'hal'leri ve sondaki 'beyaz levha'sıyla. Hep kitap dedik ama önemli olan bu değil. önemli olan bu sayfalardaki şiirler... Ama işte bazen şiir kelimesi bile bir şeyleri anlatmak için yetersiz kalabiliyor.
Şiirsever bir ülkenin vatandaşları olarak, talkshow'larda, cadde ortalarındaki çiçek tarhlarına saplanmış tabelalarda, çantalarda tozlanan ölü kırmızı renkli ortaokul defterlerinde, asker kartpostallarında ve çikletlerden çıkan kokulu kağıt parçalarında şiirlere, ya da uzaktan şiiri andıran (yakından ise alakası olmayan) bir takım metinlere bolca rastlıyoruz ve bu bizi hiç şaşırtmıyor. Tabii, bu kadar şiirseverin olduğu yerde, doğal olarak, şiirden nefret edenlerin sayısı da az değil. Ne güzel işte...
İyi ve güzel şiirler okumak istiyorsanız, diye bir cümleye başlanırsa bu yazıyı burada bırakanların sayısı az olmaz. Birhan Keskin'in yazdıkları ise mükemmel şiirler. Yaşanmışlığın, derin ve dingin duyguların, yaşam coşkusuyla (o eğer geçip gitmişse bile) olması gerektiği gibi bir ilişkinin, doğanın gerçek yüzünün, doğada insanın/canlının gerçek duruşunun, insanlaşmanın, insanlıktan uzaklaşmanın, her türlü aşkın, kayıpların, kayıp denen bir şey olmayışının, bölünmüşlüklerin, ruh birliğinin ne kadar nadir olduğunun, köksüzlüğün, bağlanıp kalmanın, sabrın, anlamın, boşluğun, acının ve acımasızlığın şiirleri... Bir virgül eksik ya da bir kelime fazla değil. Sanki doğada daha önceden varmış da yeni bulunmuş gibi... “Ilık ve uçucu, yekpare ve sonsuz ve doya doya beyaz gün“lerden çok uzaklarda olduğumuz şu günlerde böyle bir şey... Ama bildiğimiz bir şey var: “öyle uzun ki dünya; katlanmaya, kıvrılmaya, açılıp çarşaf olmaya.“
Bence elimizdeki, okumak için aldığımız ama çoğunu okumayacağımız kitapları bir süre için kenara bırakabiliriz, eğer şiir okumak istiyorsak. Edip Cansever'in dediği gibi biraz yılgı, sessizlik ve yavaşlatılmış uyumu alarak yanımıza bu dizeleri okuyabiliriz. Yaşadığımızı en son ne zaman hissettiğinizi hatırlarız. En azından bu olabilir.
Hilmi Tezgör, Radikal Kitap, 15 Mart 2002
Kullanıcı Yorumları